7 Haziran 2008 Cumartesi

Kaleden kaleye Euro 2008 tahminleri


Kadir Ar
Favori : Almanya
Plase : Portekiz
Sürpriz: İsviçre
Gol Kralı: Klose

Buğra Bağış
Favori : Portekiz
Plase : Yok
Sürpriz: Türkiye
Gol Kralı: Klose

Sözün bittiği yer...

Artık turnuva üzerine fazla konuşulacak birşey kalmadı. Milli Takım üzerine de. Sadece bu geceyi bekliyoruz. Umutla, sabırla. Umarız ki daha ilk maçtan alıncak kötü bir sonuç üzerine Mehmet Topuz'dan, Yıldıray'dan, Halil'den, Ümit Karan'dan bahsedilmeyecek. Ya da Tümer'in, Kazım'ın neden orada olduğundan. 23 kişilik kadronun hepsi ülkemizin en kariyerli teknik direktörünün seçimi. Saygı duymak, kayıtsız şartsız destek vermekten başka gayemiz olmasın artık. Ve lütfen alınacak ilk olumsuz sonuçta Fatih Terim'in maaşıyla diğer ülke takımlarının maaşları karşılaştırılmasın...

Turnuva bitene kadar destekten, sabırdan, seviyeli ve yapıcı eleştirilerden başka birşey görmemek dileğiyle, hep seninleyiz Türkiye...

5 Haziran 2008 Perşembe

Libertadores finali

Son şampiyon Boca Fluminense deplasmanında 3-1 mağlup olarak elendi. Ekvator takımı LDU Quito ve Fluminense Libertadores'de final oynayacak. İkisi de bu kupada ilk kez final oynuyor. Şampiyonlar Ligi'nden farklı olarak çift maç üzerinden olacak final. Fluminense'de Washington 6, Dodo ise 4 gol attı şimdiye kadar. Bir de orta sahada Avrupa'da da takip edilen Arouca'ya sahipler. Quito'da ise sadece Bolanos'un attığı 4 gol var. Maracana'daki seyirci desteğini de düşünürsek Fluminense bir adım önde gibi...
Geçen yıl Riquelme tek başına getirmişti neredeyse kupayı Boca'ya. Kazanan bir dahaki sene Kıtalararası Kupa'da United'ın rakibi olur finalde. Ne de olsa diğer kıtalardan gelen takımlar formalite için orada...

Dün geceki maçla ilgili bilgi sahibi olmak isteyenler buradan ulaşabilirler...
Libertadores'le ilgili bilgiler ise burada...

Big Three MVP'ye karşı

Blogda futbol dışı yazdığım ilk yazı olacak bu. Konu Nba finalleri olunca kendi görüşlerimi paylaşmak istedim.

Boston'un sene başında yaptığı Garnett ve Allen transferlerinden sonra şampiyonluk konusunda şans vermiyordum açıkçası. Bu üçlü dışında oluşturulan dar kadro rotasyonu yüzünden takım oyunundan uzak olacaklarını, görebilecekleri en üst noktanın da konferans finalleri olacağını düşünüyordum. Ama ilk 20 maç sonunda Boston şampiyonluk için tek favorim haline geldi. Mükemmel bir takım savunmasıyla ve bench katkısıyla oynamayı başardılar normal sezon ve play-off'larda. Üç süper yıldızının dışında Rondo, Perkins, Posey, Tony Allen, Powe hatta Eddie House'un takım oyununa yaptıkları müthiş katkı sayesinde Boston finallere kadar ulaştı. Sorunlu gözüken tek bölge Rondo'ya alternatif oluşturulamamasıydı. Sezon ortasında Cassell'i alarak tecrübeli bir oyun kurucuyla Rondo'nun da yükü azalmış oldu...
Lakers cephesinde ise işler Boston'da olduğu kadar rahat gitmedi sezon içinde. Sezona Kobe'nin takas istemiyle başlayıp güçlükle ikna edebilen yönetim Gasol'ü almayı başaramasa buraya kadar bile gelmeyi başaramayacak ve belki de bu yıl Kobe'yi kaybedecekti. Kobe'nin sezon boyunca gösterdiği insanüstü performans ve Gasol - Odom ikilisinin yardımları elbette yadsınamaz ama Lakers'da da finalleri getiren en önemli etken bu üç oyuncu dışındakilerin yaptığı katkı oldu. Vujacic, Radmanovic, Farmar, Turiaf, Walton gibi oyuncular bu yıl kendilerinden beklenenin üstünde bir performans göstererek Lakers rotasyonunda hiç sırıtmadılar. Phil Jackson faktörü bu oyuncuların kendilerine güvenlerinin gelmesinde başroldeydi elbet...
Bana göre bu seriyi kimin kazanacağını belirleyenler Kobe, Garnett ya da Pierce olmayacak. Kilit oyuncular Ray Allen ve Gasol olacak. Ray Allen şu ligde favori adamlarımdan birisidir. Ama gamsızlığı üstünde olduğunda oynamıyor adam. Onun iyi oynadığı ve kritik şutları soktuğu maçlarda Boston hedefe rahat ulaşıyor. Ama bazen bir gamsızlık geliyor ki adama en basit şutları bile sokamıyor. Gasol'e gelince. Onun Garnett karşısında göstereceği performans Lakers'ın kaderini belirleyecek. Savunmada Garnett'e top aldırmamak ve yüzünü potaya döndürmemek için göstereceği çaba dışında, hücumda da yılın en iyi savunmacısına karşı neler yapacağı çok önemli.

Tahminime gelince. Ben Boston'un seriyi 4-2 kazanacağını düşünüyorum. Bynum sakat olmasa daha farklı bir tahminde bulunabilirdim ama onun yokluğunda Gasol finallere gelene kadar çok efor sarfetti ve şimdi ligin en agresif savunmasına karşı oynayacak. Ne kadar diri kalabileceği belirsiz. Deplasmanda kazanamama fobisini ligin en zor deplasmanlarından biri olan Palace of Auburn Hills'de Detroit'i iki kez devirerek sona erdiren Boston kendi evinde maç vermeden Staples Center'da bir maçı kazanarak, 6. maçta bu işi bitirir düşüncesindeyim...

Chelsea ve hoca adayları...

Bütün sezon Avram Grant ne zaman kovulacak diye bekledi herkes. Grant gitti ama Chelsea hala bir teknik direktör bulamadı. Abramovich Chelsea ismi ve hoca adaylarına önereceği parayla rahatlıkla bir teknik direktör bulabileceğini düşünüyordu ama pek planladığı gibi gitmiyor işler. Rijkaard veya Mancini'yi almak Chelsea'ye ne kadar faydalı olur bilemem. Ancelotti'ye senelik 7 milyon euro önerdi reddedildi. Hiddink'in önüne dünyaları serdi reddedildi. Mark Hughes beklemekten sıkıldı City'e gitti. Laudrup, Deschamps elinin altında Abramovich'in ama onları yedekte bekletiyor şimdilik. Yeni gözdeleri Spaletti ve Prandelli Abramovich'in. Ancelotti'yi alamadım, İtalya'dan elim boş dönmeyeyim mantığı güdüyor herhalde. Artık bir hoca geçerse başlarına rahatlayacak herkes. Yeni teknik direktöre resmi olarak imza attırana kadar ben de bir daha yazmayacağım zaten bu konuda...

Bir yıl daha Portsmouth'da

Eski Arsenal ve İngiltere Milli Takımı Kaptanı Tony Adams Portsmouth'la olan sözleşmesini bir yıl daha uzattı. Seneye de Harry Redknapp'ın yardımcısı olarak görevine devam edecek. Portsmouth'un bu yıl 4-5-1 oynamasında ve bunun sonucunda sezon boyunca 23 maçı gol yemeden kapatmasında Adams'ın büyük payı olduğu konuşuluyor. Futbolculuğunda Wenger'den, yardımcı hocalığında da Redknapp'dan önemli birşeyler kapmıştır kesin. Menajerliğe geçtiğinde neler yapacağını şimdiden merakla bekleyenlerdenim...

4 Haziran 2008 Çarşamba

Kim alır?

Euro 2008'in dışında kalan İngilizler tamamen transfer piyasasına kilitlenmiş durumda. Chelsea'nin Ancelotti balonu, Mark Hughes'un City görüşmeleri derken son 3 gündür herkes genç bir Galli'yi konuşuyor. Giggs'den bu yana en iyi genç Galli oyuncu olarak gösterilen Cardiff'in 17 yaşındaki orta saha oyuncu Aaron Ramsey için şu anda Arsenal, Manchester United ve Everton kapışıyor.

Dün herkes United'ın bu işi bitirdiğini düşünürken, önce Arsenal United'ın verdiği ücreti önerdi Cardiff'e.( Açıklanan bir rakam yok) Bugün de Everton resmi sitesinden Cardiff'e yapılan £5 milyonluk teklifin kabul edildiği ve Ramsey'le görüşmelere başlandığı duyuruldu. Ramsey hangisini tercih eder bilemem ama United bana en uzak tercih gibi gözüküyor. Orada forma bulması uzun sürebilir Ramsey'in. Wenger'in gençlere yaklaşımı veya Everton'ın kadro yapısında daha rahat oynayabilme imkanı Ramsey'e cazip görünebilir. Yine de Fergie'nin Giggs gazını devreye her an sokmasını da beklerim. Birkaç gün içinde sonuçlanacaktır zaten bu transfer...

(Bu arada Aaron Ramsey'in İngilizler'e 66'da Dünya Kupası'nı kazandıran efsane teknik direktör Alf Ramsey'le herhangi bir akrabalık bağı bulunmamaktadır...)

Gattuso'nun yeri ancak böyle dolar...

Milan sol bek oyuncusu Leandro Grimi'yi Sporting'e yollamış ve transferden doğan iyi ilişkiler sayesinde Veloso için söz almış Sporting'den. Haber ne kadar doğru bilemem ama eğer doğruysa Milan için iyi bir transfer olduğu açık. Veloso henüz 22 yaşında. Yani Milan'ın gençleşme operasyonuna son derece uygun. Ayrıca ayrılmak isteyen, ki Bayern'e gidecek gibi, Gattuso'nun boşluğunu sadece Flamini'yi alarak kapatmaları mümkün görünmüyor... Veloso'nun Euro 2008'den sonra büyük liglerden birine uçmasına kesin gözüyle bakılıyor. Milan için yerinde bir transfer olur ama yanlış hatırlamıyorsam devre arasında Veloso için aynı sözü Manchester United da almış ve Veloso'yla ilgilendiklerini doğrulamıştı. Ferguson kolay kolay kaptırmaz istediği oyuncuyu...

Mark Hughes

Hazır Eriksson Meksika'nın başına geçmişken, yerine City'nin bir aksilik olmazsa başa geçrimeye çok yaklaştığı Mark Hughes olayına da değinelim. Blackburn, Hughes - City görüşmelerine izin verdi ve bir sorun çıkarmayacaklarını belirtti. Blackburn'de bugüne kadar iyi iş çıkardı Hughes. Hiçbir zaman yüksek bütçeli bir takım kuramadı ama takımı üstlerde tutmayı başardı her zaman. Allardyce'ın Bolton'da yaptıklarının benzerini yaptı diyebiliriz...

Bildiğiniz üzere kendisi eski bir United oyuncusu ve Ferguson'la beraber çalışma imkanı da oldu. Daha önce burada Ferguson'un eski öğrencileriyle oynadığı maçlardaki karneyi vermiştik. En başarılı olan da Hughes. Ferguson'la oynadığı 7 maçta 2 galibiyet, 2 beraberlik ve 3 mağlubiyet almıştı. City taraftarı Eriksson'u çok sevdi ve gitmemesi için çok uğraştı. Kolay değil tabi seneler sonra ligdeki iki maçta da Manchester United'ı devirmeyi başardı Eriksson. Hughes'a karşı da en hassas olacakları konu bu olacaktır muhtemelen...

Karşısına Scolari çıkmadıkça...

Dedikodu mu, olur mu olmaz mı derken Eriksson Meksika Milli Takımı'nın başına geçti. Yarı Portekizce, yarı İspanyolca mutluyum gururluyum tarzı açıklamalar yapmış. Bir de uzun süredir kendisi için söylenen Meksika futbolunu tanımıyor iddialarını kabul etmiş ama en kısa zamanda bu durumun değişeceğini ve derin bilgilere sahip olacağını belirtmiş. Dünya Kupası'nda 2006'daki dereceyi daha da geliştirmek istediklerini söylemiş...
İngilizlerle katıldığı üç büyük turnuvada da Scolari çıktı karşısına Eriksson'un. Üç karşılaşmada da boyun eğdi Eriksson Portekizli hocaya. Hatta sanırım Scolari üç büyük turnuvada da İngiltere'yi eleyen tek hoca. Bu yaz Portekiz'i bırakıyor. Eğer başka bir milli takımın başına geçerse Eriksson'un da ilerleyeceği en üst nokta Scolari'yle karşılacağı nokta olur herhalde...

3 Haziran 2008 Salı

Aceto'nun vedası...

Bundan 4-5 ay öncesine kadar blog hazırlamak, düzenli olarak yazı yazmak gibi olaylar bana çok uzaktı. Bir gün Mehmet Demirkol'u okurken Aceto Balsamico diye bir blogdan bahsettiğini duydum. Neymiş acaba diye girip okudum. Ve ilk girdiğimde yaklaşık 1,5 saat çıkamadım. O kadar keyifliydi ki okumak müthiş bir heves yarattı bende. Kendim teknoloji özürlü bir insan olduğum için hemen ev arkadaşıma sordum biz de yapabilir miyiz böyle birşey diye. Meğer zor bir olay değilmiş. Ben de kendi bloguma başladım. Aceto üstadın asıl ismi Bülent diye okudum birkaç yerde. Şahsen tanımıyorum kendisini. Ama Bülent Abi attığım maillere her zaman anında cevap veren, blog konusunda beni cesaretlendiren sözleriyle bu işi buraya kadar getirmemi sağladı. Blogunda benim blogumun da linkini vererek hatırı sayılır bir okuyucu kitlem olmasını sağladı. Birkaç gündür yazmıyordu. Ben o kilit olayını bir süreliğine ara verdiği için bloga koyduğunu düşündüm. Hatta ev arkadaşımla acaba Euro 2008'e mi gitti diye düşündük. Ve bugün son yazısını yazdığını gördüm. Gelen küfürlerden yorulmuş. Küçük oğluna küfredecek kadar basitleşen insanlardan bahsetmiş. Türkiye'nin en çok okunan, futbolun gazete ve televizyonlardaki basit yorumculardan ibaret olmadığını gösteren blog kapanıyor şimdi. Blog işiyle uğraşan insanların yarıdan fazlasına ilham veren Aceto Balsamico sona erdi arkadaşlar. Hem de bırakın yazmayı, o blogu okumayı bile nasıl becerdiklerini merak ettiğim birkaç gerizekalı yüzünden. Üstada şimdiye kadar yaptığı herşey için sonsuz teşekkürler. Ama son birşey söylemek istiyorum. Bana attığı bir mailde üstad " yazı yazmakta istikrar önemlidir, genelde bir zaman sonra sıkılır bırakır insan, gelen yorumlardan, mesela küfürlerden... " demişti. Ben asla sıkılmadan 4 aydır yazıyorum. N'olur sen de biraz daha düşün bu kararını üstad...

Büyük kayıp...

2006'da Dünya Şampiyonu oldu İtalya. Önce Lippi görevi bıraktı, sonra da Nesta ve Totti milli takım kariyerlerine son verdi. Totti'nin yokluğunu 4-4-2'ye geçerek kapatmaya çalışan Donadoni Nesta olayını zaten dert etmiyordu. Ne de olsa 2006'da da Nesta'nın sakatlığı yüzünden Cannavaro - Materazzi ikilisi görev yapmış ve kupa gelmişti. Ama dün antrenmanda Chiellini'yle çarpışan Cannavaro kadrodan çıkarıldı. Yerine Gamberini dahil edildi kadroya. Savunmanın ortasında da Materazzi - Barzagli ikilisini izleyeceğiz muhtemelen. Kötü değil elbet Barzagli. Sadece 22 kez milli oldu ama 2006 kadrosunun içinde yeterince tecrübe elde etti. Ama Materazzi'yle ikisinin yan yana oynadıkları maç sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu kadar kısa sürede uyum sorununu nasıl aşarlar bilemem. Cannavaro takımın kaptanı, 2006'nın hem kupada hem dünyada en iyisiydi. Onun ruhuyla oynadığı oyunu Barzagli ne kadar başarır acaba...

Reklam kokan hareketler bunlar...

Haberi ilk gördüğümde inanasım gelmedi. Manchester City Nakata'yı futbola geri döndürecekmiş. Haberi yazan Japon gazeteleri. Ne kadar doğrudur bilemem. Ama denilen o ki, City içinden adını vermek istemeyen bir yönetici söylemiş, City Nakata'ya teklifi iletmiş bile.

Nakata Asyalı futbolcuların Avrupa'ya açılmasını sağlayan adam. Bir nevi Tugay Kerimoğlu. Allahı var iyi de topçuydu. Inamoto gibi sadece forma satmak için transfer edilen bir adam değildi. Roma ve Parma yıllarında çok iyi işler çıkardı. Bolton kariyeri ise o kadar parlak değildi. Ama adam 2006 Dünya Kupası'ndan sonra futbolu bıraktı. İki yıldır sadece yardım maçlarına çıkıyor. City onu başarılara koşmak için değil, Asya pazarında daha iyi yer edinmek için istiyor muhtemelen. Zaten Shinawatra takımı satın aldığından beri futbolcular Tayland senin, Çin benim geziyorlar. Herhalde Japonya pazarına da sağlam girmek istiyor Shinawatra...

Lanet geri tepti

Flamini için daha önce "Wenger'in laneti üzerine çöktü. En iyi sezonunu geçirmesine rağmen Fransa kadrosundan çıkarıldı." demiştik. Anlaşılan o ki lanet ters tepti, gitti Vieria'yı vurdu. Vieira'nın sakatlığı hala belirsizliğini koruduğu için Flamini yeniden milli takım kadrosuna çağırıldı.
Vieira hazırlık maçlarında oynayamadı. Euro 2008'deki ilk maçta Romanya karşısında da oynamayacak. Domenech, hangisinin kadroda kalacağına Pazar günü Vieira'nın son durumuna baktıktan sonra karar vereceklerini açıklamış. Aslında Flamini'ye iyi bir kapak olmuştu Wenger'e attığı kazıktan sonra ama adamda bal var işte...

Benvenuto...

Mourinho sonunda Inter'e imzayı attı ve futbolla ilgilenen tüm haber siteleri ve blogları rahatlattı. Mourinho'yla ilgili spekülatif haber yapmaktan sıkılmıştı artık herkes. Eylül'den beri şuraya gider mi, buraya haber yollamış tarzı haberler görmekten gına gelmişti artık herkese. Madrid Schuster'le, Milan Ancelotti'yle, Liverpool da Benitez'le devam kararı alınca; Barcelona da Guardiola'yı takımın başına getirince Inter'den başka gidebileceği kulüpte kalmamıştı zaten Portekizli'nin...

Inter'de işi Mancini kadar kolay olmayacak. Yeniden yapılanan Milan ve Juve, zirveyi her zaman zorlayacak Roma ve artık daha yüksekleri hedefleyecek olan Fiorentina zorlayacaktır Mourinho'yu. Drogba'nın da yeni takımı hemen hemen belli oldu bu transferle. Gamsız Ibra'yla durdurulması zor bir ikili olacaklardır seneye. Seneye zirve mücadelesi daha çetin geçecek olan Serie A'da Mourinho'nun dahiliği Inter'i nereye taşıyacak merakla bekleyenlerdenim...

2 Haziran 2008 Pazartesi

Türkiye'de yılın olayları...

Premier Lig'de yılın en önemli olayları sıralaması olur da biz de olmaz mı? Biz de kendimize göre yılın en önemli olaylarını sıralayalım istedik. Hem de Premier Lig'deki gibi hafif zorlama olmasına gerek yok. Ne de olsa bu ülkede malzeme çok...
1 - Kalli'nin Galatasaray'ın başına geçmesi : Senelerdir teknik direktörlük yapmayan Kalli Galatasaray'ın içine girdiği revizyon için en uygun aday olarak takımın başına getirildi. Yaşı bütün yıl boyunca polemiklerin vazgeçilmez konusuydu... 2 - Roberto Carlos ve Lincoln transferleri : İkisinin de gelişi olay oldu, haftalarca konuşuldu. Carlos'un kariyerine söyleyecek zaten birşey yoktu. Sadece aldığı yıllık ücrete takanlar oldu. Lincoln hemen Alex'le kıyaslandı. Mevki olarak Galatasaray'ın senelerdir aradığı adamdı ama onun da aldığı ücret hala bilinmiyor. Lincoln'e göre reddedilemez bir teklifti. Galatasaray yönetimine göreyse fazla birşey değildi...
3 - Liverpool 8 - Beşiktaş 0 : 3 - 10 Kasım tarihleri arası Beşiktaş, tarihinin en kötü serilerinden birine tanık oldu. Önce Fenerbahçe'ye karşı seneler sonra Kadıköy'de alınan mağlubiyet, Demirören'in yaptığı paf takım çıkışı ve tükürdüğünü yalayıp Sivas'a yine aslarla çıkıp yine mağlup olması. Ama en kötüsü de bu iki maç arasında Liverpool'a karşı alınan 8 - 0'lık mağlubiyet. Markus Merk'in fark açılmasın diye maçı uzatmadan bitirmesi de ayrı bir olaydı ya...
4 - Milli Takım'ın Euro 2008'e katılması : Rahat başladığı grupta liderliğin en büyük adayıyken 3. sıraya düşen, Malta'yı, Moldova'yı bile yenemeyen Milli Takım önce Norveç'i, sonra da Bosna'yı yenerek grubu ikinci bitirdi ve Euro 2008'e katıldı. Nasıl olsa katıldık mantığıyla bir kez daha üstü örtülen sorunlar hala başımızı ağrıtmakta...
5 - Cumhur'un ilginç tepkisi : Kesinlikle senenin en hoş olayıydı. Hakemin oyna kararına Cumhur oynayarak karşılık verdi. Rize belki ligden düştü ama Cumhur, bu hoş tepkisiyle senelerce jeneriklerde kalmaya devam edecek...
6 - Leverkusen 5 - Galatasaray 1 : Liverpool şokundan sonra ikinci yıkımı Galatasaray'la yaşadı Türk futbolu. İlk maçta tek kale oynadığı Leverkusen'e gol atamayan takım Bay Arena'da 20 dakikada dağıldı. 11 Metin Oktay gazıyla haftalardır iyi işler çıkaran takımın sonu hazin bitti. Konya maçının iptal edilip edilmemesini kullanmaya çalışan yönetimin mazeretini kimse yemedi...
7 - Olaylı Türkiye Kupası çeyrek finali : 9 kişi kalan Fenerbahçe'ye karşı son dakikada turu geçen Galatasaray ve Fenerbahçe'nin artık karikatürlere bile konu edilmekten usanılan Türkiye Kupası hasretinin devamı. İlk defa bir hakem bir derbinin bu kadar önüne geçti. Volkan - Lincoln kapışması, top toplayıcının kırmızı karta sebep olması, Volkan Yaman gole giderken ilk yarının bitirilmesi ve daha birçok ilginç olay yaşandı derbide. İki taraf da hakemden haklı olarak şikayetçiydiler. Muhtemelen de Cüneyt Çakır'ın yönettiği son Galatasaray - Fenerbahçe derbisiydi...
8 - Fenerbahçe çeyrek finalde : Aziz Yıldırım'ın yaptığı doğru yatırımlar meyvesini verdi ve Fenerbahçe Sevilla'yı penaltılarla eleyerek tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale çıktı. Çeyrek finalden daha önemli olansa, takımın mağlubiyete rağmen pes etmeden, dağılmadan sonuna kadar turu kovalamasıydı. Chelsea karşısında noktalanan hayaller daha da büyüyerek bir dahaki sezona ertelendi...
9 - Sivasspor'un harika sezonu ve hüzünlü kapanışı : Bütün sezon kovalanan şampiyonluk, sonrasında kala kala Inter Toto. Fazla söze gerek yok. 5. şampiyon çıkacak umutları bir kez daha suya düştü ve Sivasspor kaybedenler kulübünde yerini aldı. Yine de bütün sezon gösterdikleri performansı düşünürsek, yılın en iyi takımı onlardı...
10 - Hocasız gelen şampiyonluk : Kalli'nin ayrılmasından sonraki 6 hafta takımı çalıştıran Cevat Hoca takımda motivasyonu üst düzeye çıkarıp, herkesi doğru yerde oynatınca başarı da kaçınılmaz oldu. Şampiyonluk yolundaki en önemli iki rakibini ard arda yenen takımın başındaki insana hoca muamelesi yapılmaması da ayrı bir mevzu tabi. Tarihinin en büyük Avrupa zaferini yaşadığı sezonu kupasız kapatan Fenerbahçe'yi geçerek şampiyon olan Galatasaray'ın başarısı unutulmaz şampiyonluklar arasında yerini çoktan aldı...

Jüri özel ödülü : Kayserispor, Servet Çetin, Mehmet Topal, Emre Güngör, Gökhan Gönül, Giray Kaçar, Gençlerbirliği Oftaşspor
Kendilerine nefretlerimizi gönderiyoruz : Oyuncağı Manisaspor'u ortada bırakan 'Teknoloji'nin Türkçesi Vestel'
En üzücü olay : Çarşı'nın kendisini feshetmesi
(Daha yazılacak birçok olay olmasına rağmen bunlar benim ayıklayabildiklerim. Listeye ekleme yapmak isteyenler yorumlara bırakırsa sevinirim...)

Premier Lig'de yılın olayları

Sky Premier Lig'de geçen yıl gerçekleşen en önemli 10 olayı kronolojik olarak sıralamış.

1 - Mourinho'nun Chelsea'den kovulması
2 - İngiltere 2 - Hırvatistan 3 Mc Laren'in kovulması
3 - Keegan'ın yeniden Newcastle'ın başına geçmesi
4 - Liverpool 1 - Barnsley 2 Fa Cup maçı
5 - Birmingham 2 - Arsenal 2 Arsenal'de sonun başlangıcı ve Eduardo'nun sakatlığı
6 - Liverpool 4 - Arsenal 2 Şampiyonlar Ligi çeyrek finali
7 - Fulham'ın mucizevi bir şekilde düşmekten kurtuluşu
8 - Portsmouth'un Fa Cup şampiyonluğu
9 - Hull City'nin tarihinde ilk kez Premier Lig'e Yükselmesi
10 - Manchester United'ın dublesi

Üç büyücü

"Eğer gruptan çıkmak istiyorsak, bu sadece iyi savunma yapmakla olmaz. En iyi 3 oyuncum %100 performans göstermeli, tabi takımın geri kalanı da. Bazı şeylerin olması için üç büyücümüz Modric, Kranjcar ve Petric'e ihtiyacımız var." Slaven Bilic Moldova'yı 1-0 yenebilen ve Macaristan'la 1-1 berabere kalan takımında gollerin Niko Kovac'dan gelmesinden rahatsız olmuş sanki...

Espn'den Türkiye yorumu

Espn turnuvaya katılacak 16 takımın diziliş ve 11'leri hakkında tahminlerde bulunmuş. Türkiye hakkında yazılanlar ilgimi çekti biraz. Bizi pek sallamadıklarından mı yoksa Terim'in bir türlü oturmayan sisteminden mi bilmiyorum ama kadromuzu bilmedikleri ortada. İlk 11'e Gökhan Gönül ve Yıldıray'ı koymuşlar. Terim'in kariyerinde ilk kez 4-5-1'i denediğini vurgulamışlar. Arda'nın mükemmel bir driplingçi olduğundan bahsetmişler. Servet ve Gökhan Zan'ın ise savaşçı ama hantal olduğunu söylüyorlar. En çok hoşuma giden ifade de şu oldu. "Eğer Fatih Terim korkarsa - ki bu çok sık yaşanmaz - orta sahada Aurelio'nun yanında bu yıl Türkiye Ligi'nin yeni keşfi olan Mehmet Topal'ı oynatabilir." İncelemenin tamamını okumak isteyenler buradan ulaşabilirler. Kadromuzu bu şekilde oluşturmuşlar...
4-1-4-1 : Volkan; Gokhan Gonul, Gokhan, Zan Servet, Hakan Balta; Aurelio; Hamit Altintop, Basturk, Emre, Arda; Nihat

1 Haziran 2008 Pazar

Kapının önünde mi yatıyormuş?

Ryan Babel'in yaşadığı ani bilek sakatlığından dolayı kadrodan çıkarılmasından sonra Van Basten Boulahrouz'u çağırmış tekrar kadroya. Zorunlu değişiklik olduğu herşeyiyle belli. Hücum oyuncusu yerine çağırılan savunma oyuncusu. Daha bir hafta önce çıkardı Van Basten onu kadrodan. O da bir umut diye kapının önünden ayrılmamış ki herhalde hemen katılmış kampa...

Biz de işkembe çorbacısı isteriz!

Euro 2008'de Hollanda grup maçlarının tamamını Bern'de Stade de Suisse'de yapacak. İsviçreli yetkililer şehire gelecek olan Hollandalı taraftarların kendilerini evlerinde hissetmeleri için şehrin sokaklarına 11.000 lale dikmiş...
Bir itirazımız yok elbette. Konukseverliğin güzel bir göstergesi. Ama bizim de isteklerimiz var elbette. Maçlarımızı Cenevre ve Basel'de oynayacağız. Elbette bu maçlardan önce ve sonra alkol alımı olacaktır. Alkolü en iyi şekilde bastırması için işkembe çorbacısı istiyoruz. Aslında sadece ülkemize özgü birçok gelenek var istenilecek ama medeniyetin beşiği olarak gösterilen İsviçre'de işkembe çorbacısı açmak en hoş olanı bence...

Emre Belözoğlu

2 - 2 giden Beşiktaş maçında sonradan oyuna girip skoru Galatasaray lehine çevirdiğinde 17 yaşındaydı henüz. Genç yıldızımız diye bağrımıza basmıştık onu. Yüzündeki o çocuksu mutluluk, daha sonra Şekerspor'a attığı golle yeniden ortaya çıktığında iyice sahiplenmiştik onu. Seneler geçti, abileriyle birlikte Uefa finaline doğru yol alırken, öldürücü orta sahanın değişmez ismi olmuştu. Lubos Michel onu oyundan attığında genç yaşında hayatının ilk finalini kaçırmasının üzüntüsüyle ağladığında hepimiz onunla ağladık. Hepimiz Emre'ydik artık. Bir yayaya çarptığında üzerimize gelmeye çalışan diğer takım taraftarlarına karşı dimdik savunduk onu. O da ailenin bakımını üstlendiğinde büyüklüğünü bir kez daha ispatlamıştı bize...

Gün geldi. Hayranı olduğumuz Emre sessiz sedasız Inter'in yolunu tuttu Okan abisiyle beraber. Hepimiz çok kızdık onlara. Takımlarına para kazandırmadan gittikleri için. Hatta kaçan şampiyonluğun faturasını bile çıkardık. Daha önce kaybedilen maçları sorgulamaksızın onları suçladık. Ama zaman herşeyin ilacıdır derler ya. Zamanla unuttuk kırgınlıkları ve Martins'e attığı derinlemesine bir pas gol olunca, Emre'nin asistine sevinirken bulduk kendimizi. Hangimiz gururlanmadı ki Lazio maçını attığı iki golle çevirdiğinde ve mükemmel aşırtması yılın golü seçildiğinde. Kimse açıkça belli etmese de bir yanımız hep geri dönmesini istedi Galatasaray'a. Newcastle'a gittiğinde kırgınlıkları unutup tamamen Emre'ci kimliğe bürünmüştük artık. Senede 10 maça da çıksa, sadece kornerden 1 asist de yapsa bizim için yetenekleri tartışılmazdı. Gün geldi, medyadaki abilerine kötü hareketler yaptı Macaristan maçında. Herkes ayıplarken onu manevi babası Terim sahiplendi. İmparator sahiplenirse biz de sahipleniriz dedik, yine kızmadık. Her transfer döneminde adı Fenerbahçe'yle anılıyordu ama o Galatasaray'dan başka takımda forma giymem diyordu. Adnan Polat'ı manevi babası ilan etmişti. Biz de gülüp geçiyorduk Fenerbahçe haberlerine. Ama gördük ki bizim çocuksu mutluluğuyla görmeye alıştığımız Emre çocukluğu çoktan üstünden atmış, paranın her kapıyı açabildiğini farketmişti. 3,5 milyon euroluk Fenerbahçe teklifini kabul ederek tüm Gs taraftarları için affedilemez olanı yaptı. Daha önceki tüm hatalar tamam ama bu...
Kızgınlığımız Galatasaray'da oynamamasına değil. Çünkü onun oynadığı mevkide ona ihtiyacımız yok zaten. Ama gidilebilecek o kadar takım arasından en çok parayı verdiği için Fenerbahçe'ye transfer olmak? Kızgınlığımız buna işte. Bundan 7-8 sene sonra Arda Turan'ı Fenerbahçe formasıyla görmekten ne farkı var ki bu transferin...